28 Kasım 2014 Cuma

Mantar Pano

          Hayattaki tesadüflere ne kadar inansamda içinde ki o gerçeklik payına inandıramıyordum kendimi.Sonrasında o evin içinde buldum kendimi.Daha önce eşine hiç rastlamadığım duvar.Bu duvar boydan boya mantar panoyla kaplıydı.Uzarinde okumaya cesaret edemediğim yığınla notlar vardı.Belliydi benimde oraya birşeyler yazacağım.Kafamı sağ tarafa çevirdiğimde içeri sızan hafif bi gün ışığıyla birlikde şahşahlı bir keskin perde aldı gözümü.Meraklanıyordum,ileriye doğru yürüyordum kulağıma muzik sesi geldi hemde 90'lardan kafamı içeriye doğru uzattığımda suların jakuziye dans ederek düştüğünü görüyordum.Bu muzikle suyun dansını ilk defa görüyordum.İzlemeye koyuluverdim bian.Ne kadar izlediğimi bilmiyorum.Sanki uyandım ve biraz daha ilerledim.Kocaman bir televizyon karşısındaki gri l koltuğuyla beraber bana sinema salonunu anımsattı rahat bi sinema salonunu ama.İlerledim oturmak istedim ayaklarıma değen püsküllü halılar dikkatimi çekti yine.Onlarda çok ilğinçti her bir püskülü aynı yöne bakıyordu bana birşeyler anlatmak ister gibi.Oturdum gri l koltuğa.Griydi sanki ne beyaz olmayı becerebilmiş nede tam siyaha kapatı vermiş kendini.Çok rahattı.Başımı kaldırdım ve çaprazımda duran boydan boya fotoğraf çerçeveleriyle dolu olan o dolabımsı birazda kütüphaneyi andıran o köşe.Bakmak istedim hepsine teker teker ama çok faazla anıyı yaşayabilcek gibi durmuyordum ben.Çünkü bilirdim ki hepsi oraada sadece çerçevesiyle durmuyordu anılarını baktıkça yaşatıyorlardı.Göz gezdirdim biraz yakından.Baktıklarımın bittigi yerden kaldırdım kafamı.Anlamlarını beynimde canlandırarak gözümü yan duvarda asılı olan kocaman bir şehir manzaralı tablo aldı.Kalabalık gördüm onu birazda yorgundu.Büyük bir tezat yanyanaydı.Anlayabilene aşk olsun.Arkamı döndüm ve pencereye doğru koşar adımlar attım perdeyi açtım camı açmadan baktım dışarıya.Küçük bahçeliydi burası ama asla müstakil değildi.Hiç benzemiyordu.Daha neler vardı çok merak ediyordum ama bu kadar yeter dedim tekrar koşar adımlarla kendimi kapının önüne attım.Belki bir daha gelebilirim bir daha beni neler beklediği düşünceleri beni bayağı düşündürecekti.Hikayeler öğreneceğimi düşünüyordum.
            Herkesin bir hikayesi vardır.Kimi anlatmak ister dinleyeni yoktur.Kimi ise anlatmak istemez ama gözleri herşeyi anlatmak ister gibi bakar.Hikayeler ise birbirlerine benzer olduklarını sanırlar.Aslında çoğu benzemez sadece anımsatır.Ben gözlere inanırım hikayeleri en içten ve anlamlı onlar kılar.Onların içinde kaybolurum.Her bir cümlesini yaşarım.Gözlerinin içindeki o acıyı,hırsı görmek benzer kılıyordu benimkisini belkide.Garip bulduğum bir diğer kısım ise yaşadığın hayata dair yaşadığın belkide yaşayacak olduğun birçok anı gibi düşüncelerini karşı tarafdan dinlemek büyüleyiciydi.Benim de 90's sevmek gibi.Senin ise sandığın o sanatın aslında ondan dinlemek gibi yıllarını çalan ve o yılların izlerini bırakan herşey.Yaşananlar aldatıcı,kötü olsa bile güzel.Yada ben güzel tarafından bakma taraftarıyım.Nedeni ise bildiğimiz gibi artık tecrube olsun,tesaduf olsun.Tesaduf demişken benim o eve girmemde tesaduf oldu.Hemde hiç farkında olmadığım bir tesadüfün içinde.Buna inanmak istiyorum birçoğumuzun yaptığı gibi.Buna inanarak söylemek istiyorum değildi..
            Yazmıştım birkaç gün önce defterime ilk defa Kasım ayı benim için hızlı geçiyor,huzursuz vc huysuz.Takvime her baktığımda,ilerliyor olması şaşırtıyordu ağır ağır çok hızlı geçtiğimiz günler.Belki de bu tesadüf yüzündendir..Bilinmez.Ama kırık kalpler elbet birgün kavuşur.Yada birbirlerini tamamlarlar......

                                                                                           
                                                                                mihrabilir

6 Kasım 2014 Perşembe

YETENEK BENİM

                 Kendi ayaklarım var benim, biraz küçükler ama yine de var onlar. Yetmez mi ki onlar ayakta kalmam için, yeter, yetti ya şimdiye kadar. Sağdan soldan desteğe ihtiyacım yok ki benim. Yürümem için sağ tarafımdaki bir kola tutunmam gerekmiyor. Üstelik tek başıma daha da dik yürüyebiliyorum, hatta koşabiliyorum, zıplayabiliyorum, sek sek oynayabiliyorum. Tek ayak üstünde dengede de durabiliyorum, hatta tek ayak üstünde dönüp başladığım noktaya geri bile dönebiliyorum, ya da tam tersi yöne çevirebiliyorum yüzümü tek ayak üstünde dönerek.
     Kendi gözlerim var benim, çok hafif miyoplar ama yine de var onlar. Kendi başıma da film izleyebiliyorum, kendi başıma da denizi seyredebiliyorum, kendi başıma da ışığı görebiliyorum. E neden ihtiyacım olsun yanımda benimle birlikte aynı yere bakıp aynı şeyi görmeyen bir çift göze daha. Hatta tek gözümü kapatabiliyorum ben, hem de hiç zorlanmadan.
     Kendi ellerim, kendi dudaklarım, kendi kollarım, kendi omzum da var benim. E biraz zor oluyor kendi omzuma başımı dayamak ama yetenek çağındayız, geliştirmeye çalışıyorum bu yeteneğimi. Neden sanki ihtiyacım varmış gibi hissediyorum kendimi bir başka ele, kola, omza, ayağa? Neden sanki böyle hissettiriliyorum? Ben varım yahu, ben hayattayım ve yaşıyorum. Kendim olarak varım zaten ben. Yarımmışız gibi bir başka yarım arama mücadelemiz nedendir?
     Kararsız kaldım yine, bir düşündüm de yarım mıyız ki acaba? Hayır hayır değiliz. Sadece yarım olduğumuzu düşünüyoruz. Tek  başına yaşamak zor evet ama imkansız olmadığına göre yarım değiliz. İki kişi olarak yaşamak daha kolay olduğu için ikinci kişimiz olmadığında yarım olduğumuzu hissediyoruz. Zor olanı seçmeyi sevmiyoruz. Başımızı kendi omzumuza yaslama yeteneğini geliştirmeye çalışmak zor geliyor. Yetenek biziz, bunu fark edemiyor karşımıza tablonun diğer yarısı olduğunu düşündüğümüz biri çıkınca “yetenek sizsiniz beyefendi/ hanımefendi” diyoruz, ve bizi mutlu eden yeteneğin onda var olduğunu sanıyoruz. Tablonun yarım olduğuna inanmışız çünkü, halbuki var olan haliyle tabloya uzaktan bakıp ne kadar da güzel gözüktüğünü görmeyi başaramamışız. Her yeni gün yeni fırça darbeleriyle daha da güzel hale getirebileceğimiz tablomuzun yanına bir gün bambaşka renklerde bambaşka bir tablo geldiğinde duvarın daha da güzel görüneceğini hayal etmek yerine tablomuzu yabancı  fırça darbelerinin şekillendirmesine izin veriyoruz, böyle daha güzel olacağına inandırılarak. Git kendi tablonu düzelt diyemiyoruz o yabancı fırçaya, çünkü o kendi tablosunun düzeltilmeye gerek görmediğine inandırmış oluyor bizi de kendisini de. Kendi başımıza var olmayı es geçerek iki kişi olarak var olmayı seçiyoruz. Şunu biliyorum ki ben varım artık kendi başıma, “yetenek benim”, karşıdan bakınca küçük Emrah duruşunu andırmayan bir yol bulacağım başımı omzuma yaslamak için , kendi başımı kendi omzuma yaslamayı başaracağım sonunda, zorsa da imkansız değil ya..