6 Kasım 2014 Perşembe

YETENEK BENİM

                 Kendi ayaklarım var benim, biraz küçükler ama yine de var onlar. Yetmez mi ki onlar ayakta kalmam için, yeter, yetti ya şimdiye kadar. Sağdan soldan desteğe ihtiyacım yok ki benim. Yürümem için sağ tarafımdaki bir kola tutunmam gerekmiyor. Üstelik tek başıma daha da dik yürüyebiliyorum, hatta koşabiliyorum, zıplayabiliyorum, sek sek oynayabiliyorum. Tek ayak üstünde dengede de durabiliyorum, hatta tek ayak üstünde dönüp başladığım noktaya geri bile dönebiliyorum, ya da tam tersi yöne çevirebiliyorum yüzümü tek ayak üstünde dönerek.
     Kendi gözlerim var benim, çok hafif miyoplar ama yine de var onlar. Kendi başıma da film izleyebiliyorum, kendi başıma da denizi seyredebiliyorum, kendi başıma da ışığı görebiliyorum. E neden ihtiyacım olsun yanımda benimle birlikte aynı yere bakıp aynı şeyi görmeyen bir çift göze daha. Hatta tek gözümü kapatabiliyorum ben, hem de hiç zorlanmadan.
     Kendi ellerim, kendi dudaklarım, kendi kollarım, kendi omzum da var benim. E biraz zor oluyor kendi omzuma başımı dayamak ama yetenek çağındayız, geliştirmeye çalışıyorum bu yeteneğimi. Neden sanki ihtiyacım varmış gibi hissediyorum kendimi bir başka ele, kola, omza, ayağa? Neden sanki böyle hissettiriliyorum? Ben varım yahu, ben hayattayım ve yaşıyorum. Kendim olarak varım zaten ben. Yarımmışız gibi bir başka yarım arama mücadelemiz nedendir?
     Kararsız kaldım yine, bir düşündüm de yarım mıyız ki acaba? Hayır hayır değiliz. Sadece yarım olduğumuzu düşünüyoruz. Tek  başına yaşamak zor evet ama imkansız olmadığına göre yarım değiliz. İki kişi olarak yaşamak daha kolay olduğu için ikinci kişimiz olmadığında yarım olduğumuzu hissediyoruz. Zor olanı seçmeyi sevmiyoruz. Başımızı kendi omzumuza yaslama yeteneğini geliştirmeye çalışmak zor geliyor. Yetenek biziz, bunu fark edemiyor karşımıza tablonun diğer yarısı olduğunu düşündüğümüz biri çıkınca “yetenek sizsiniz beyefendi/ hanımefendi” diyoruz, ve bizi mutlu eden yeteneğin onda var olduğunu sanıyoruz. Tablonun yarım olduğuna inanmışız çünkü, halbuki var olan haliyle tabloya uzaktan bakıp ne kadar da güzel gözüktüğünü görmeyi başaramamışız. Her yeni gün yeni fırça darbeleriyle daha da güzel hale getirebileceğimiz tablomuzun yanına bir gün bambaşka renklerde bambaşka bir tablo geldiğinde duvarın daha da güzel görüneceğini hayal etmek yerine tablomuzu yabancı  fırça darbelerinin şekillendirmesine izin veriyoruz, böyle daha güzel olacağına inandırılarak. Git kendi tablonu düzelt diyemiyoruz o yabancı fırçaya, çünkü o kendi tablosunun düzeltilmeye gerek görmediğine inandırmış oluyor bizi de kendisini de. Kendi başımıza var olmayı es geçerek iki kişi olarak var olmayı seçiyoruz. Şunu biliyorum ki ben varım artık kendi başıma, “yetenek benim”, karşıdan bakınca küçük Emrah duruşunu andırmayan bir yol bulacağım başımı omzuma yaslamak için , kendi başımı kendi omzuma yaslamayı başaracağım sonunda, zorsa da imkansız değil ya..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder